Перевод: с турецкого на все языки

со всех языков на турецкий

iki görmek

  • 1 çatal

    I s
    1) gastr Gabel f
    2) ( değnek) Astgabel f
    3) ( yolda) Gabelung f, Abzweigung f
    4) agr ( dirgen) Gabel f, Heugabel f
    II adj
    1) gabelig, gegabelt
    \çatal dallar gabelige Äste
    2) ( iki anlamlı) zweideutig
    3) ( net olmayan) unklar
    \çatal görmek unklar sehen; ( iki görmek) doppelt sehen

    Sözlük Türkçe-Almanca kompakt > çatal

  • 2 dünya

    земля́ (ж)
    * * *
    1) мир; вселе́нная; земля́

    dünya haberleri — междунаро́дные изве́стия

    dünya hâkimiyeti — мирово́е госпо́дство

    dünyanın her tarafına gitmek — объе́здить весь свет

    dünya piyasası — мирово́й ры́нок

    dünya satranç şampıyonu — чемпио́н ми́ра по ша́хматам

    dünya savaşı — мирова́я война́

    dünya yüzünde — на земле́

    2) астр. Земля́
    3) весь мир, весь свет, все лю́ди, все

    dünya âlem — весь свет, все лю́ди, все

    dünya ne söylerse söylesin onun umrunda olmuyor — пусть все говоря́т, что хотя́т, ему́ до э́того нет де́ла

    dünyaya rüsva etmek — опозо́рить на весь мир, опозо́рить пе́ред все́ми

    Batı dünyası — за́падный мир

    bitkiler dünyası — мир расте́ний

    hayvanlar dünyası — мир живо́тных

    5) вну́тренний мир; мироощуще́ние

    dünyaları apayrı iki insan — два челове́ка с соверше́нно разли́чными взгля́дами

    6) бесчи́сленное мно́жество, о́чень мно́го

    dünyanın parası harcandı — была́ потра́чена у́йма де́нег

    ••
    - dünya başına dar gelmek
    - dünya başına yıkılmak
    - dünyayı başına zindan etmek
    - dünya bir araya gelse
    - dünyanın dört bucağı
    - dünya durdukça
    - dünyadan elini eteğini çekmek
    - dünyadan geçmek
    - dünyaya gelmek
    - dünyaya getirmek
    - dünya gözü ile görmek
    - dünyaya gözlerini kapamak
    - dünyadan haberi olmamak
    - dünyanın kaç buçak olduğunu gösteririm!
    - dünya kadar
    - dünyaya kazık kakmak
    - dünya onun olmak
    - dünyalar onun olmak
    - dünyayı tutmak

    Türkçe-rusça sözlük > dünya

  • 3 üst

    1.
    1) ве́рхняя часть, верх (чего-л.)

    üste — наве́рх, вверх

    üstte — наверху́

    üstten — а) све́рху; б) пове́рхностно, неглубоко́

    evin üstü — верх / ве́рхняя часть до́ма

    2) пове́рхность

    masanın üstü toz içinde — на столе́ пыль

    toprağın / yerin üstü — пове́рхность земли́

    3) оде́жда

    üstünü değiştirmek — поменя́ть оде́жду, переоде́ться

    üstü pek kirli — он о́чень гря́зный, он в о́чень гря́зной оде́жде

    4) разг. ста́рший по слу́жбе, нача́льник

    üstler — нача́льство, верхи́

    5) изли́шек, оста́ток; сда́ча

    üstü kalsın — сда́чи не на́до

    yüz liranın üstünü verebilir misiniz? — вы мо́жете дать сда́чу со ста лир?

    2.
    1) ве́рхний

    pınarın üst yanında — в верхо́вьях родника́, у исто́ков родника́

    2) ста́рший (по званию, должности, служебному положению)

    üst komutanlarвоен. ста́рший нача́льствующий соста́в, ста́рший комсоста́в

    üst makam — вы́сшая власть, вы́сшее нача́льство

    3.
    в функции служ. имени

    Ahmet artık kırk üstünde olmalı — Ахме́ду, должно́ быть, бо́лее сорока́ [лет]

    üstümde para yok — при мне нет де́нег, у меня́ с собо́й де́нег нет

    çay üstüne çay içmek — пить чай ча́шку за ча́шкой

    tel üstüne tel çekmek — посыла́ть одну́ телегра́мму за друго́й; по по́воду чего, о чём

    bu şey üstüne bilgi vermek — дава́ть све́дения / информа́цию о чём

    üstü(в сочетании со словами, обозначающими время) под, к, о́коло

    akşam üstü — под ве́чер, к ве́черу

    bayram üstü — под пра́здники

    yemek üstü — к обе́ду

    ••

    üstündeki üstünde, başındaki başında — погов. в чем мать родила́, без оде́жды

    - üstüne almak
    - üstünden atmak
    - üstüne atmak
    - üst başı
    - köyün üst başındaki pınar yerine çıktılar
    - üstüne basmak
    - üstü başı dökülmek
    - üstüne başına etmek
    - üstüne bir bardak soğuk su içmek
    - üstüne bir iki güneş doğmak
    - üstüne çekmek
    - üstüne çevirmek
    - üst çıkmak
    - üst gelmek
    - üste çıkmak
    - üstünde dökülmek
    - üstünde durmak
    - üstüne düşmek
    - üstüne evlenmek
    - üstüne fenalık gelmek
    - üstüne geçirmek
    - üstünden geçmek
    - üstüne gelmek
    - üstüne gitmek
    - üstünü görmek
    - üstüne gül koklamamak
    - üstüne güneş doğmamak
    - üstünde hakkı olmak
    - üstünde kalmak
    - üstüne kalmak
    - üstüne kapanmak
    - üstüne koymak
    - üstüne kuş kondurmamak
    - üstüne olmuyor
    - üstüne oturmak
    - üstüne ölü toprağı serpilmiş gibi
    - üstüne perde çekmek
    - üst perdeden konuşmak
    - üstüne sevmek
    - üstüne titremek
    - üstüne toz kondurmamak
    - üstüne tuz biber ekmek
    - üstüne üstüne gitmek
    - üstüne varmak
    - üstüne yaptırmak
    - üstüne yatmak
    - üstüne yıkmak / yıkılmak
    - üstüne yok
    - üstüne yormak
    - üstüne yüklenmek
    - üstüne yürümek
    - üstüne / üstünüze afiyet!
    - üstüne / üstünüze iyilik sağlık!
    - üstüne / üstünüze sağlık ve şıfalar!

    Türkçe-rusça sözlük > üst

  • 4 ileri

    "1. the front, the area or part which lies to the front: Trenin ilerisini göremiyoruz. We can´t see the front section of the train. 2. the next part (of a road, a course, a job): İlerimizde deniz vardı. In front of us lay the sea. Yolun ilerisi çok virajlı. The next part of the road is full of curves. Bu işin ilerisi pek kolay olmaz. The next part of this job won´t be very easy. 3. the future, the time yet to come; the time which lies just ahead: İlerimiz kış. Winter is just around the corner. İleriyi hiç düşünmedin mi? Haven´t you ever thought about the future? 4. mil. advance, forward, situated near the front: ileri komuta yeri advance command post. 5. fast (clock, watch, etc.): Saatim iki dakika ileri. My watch is two minutes fast. 6. /dan/ ahead of, before, (something) which precedes: Tacimah bizden ileri sınıflardan birindeydi. Tacimah was in one of the classes ahead of us. 7. advanced; beyond the elementary stage; ahead of others. 8. advanced (age, years): Hoşkadem oldukça ileri bir yaşta aşka düştü. Hoşkadem fell in love at a rather advanced age. 9. Forward!/Onward! 10. forward, forwards, to the front; out in front; onward, onwards. -si 1. the future. 2. the farther part. 3. the rest, what is still to come. - almak /ı/ 1. to move (something) forward, move (something) towards the front. 2. to promote (someone). 3. to set or put (a clock, watch) forward. - atılmak to spring forward; to rush forward. -den beri for a long time now. - çıkmak to come forward. - evre advanced stage. - geçmek 1. to go forward, go to the front. 2. to be promoted. - gelenler important people, prominent people, notables, worthies, bigwigs. - gelmek /dan/ to be caused by, result from, be due to. -sini gerisini düşünmemek/hesaplamamak/saymamak /ın/ not to give a thought to the consequences of (something). - geri konuşmak/laflar etmek/söylemek to speak in an offhanded and tactless way, talk offhandedly and tactlessly. - gitmek 1. to advance, progress. 2. to go too far, go beyond the bounds of what is considered acceptable. 3. (for a clock or watch) to gain time, be fast. -sine gitmek /ın/ 1. to consider (something) in depth, go into (something) in detail. 2. to see (something) through. -yi görmek to foresee the future. - görüş foresight, prescience. - görüşlü foresighted, foresightful, farsighted, prescient (person). - götürmek /ı/ to take (something) too far, carry (something) too far. - hat mil. front line. - karakol mil. outpost; outlying picket. - marş! mil. Forward, march! - sürmek /ı/ 1. to drive (someone, something) forward. 2. to put forward, set forth (an idea). - varmak to go too far, go beyond the bounds of what is considered acceptable."

    Saja Türkçe - İngilizce Sözlük > ileri

  • 5 yüz

    "1. face (of a person or animal). 2. face (the front, exposed, finished, dressed, or otherwise specially prepared surface of something): kumaşın yüzü the face of the cloth. dağın kuzey yüzü the north face of the mountain. binanın yüzü the building´s façade. paltonun yüzü the outer side of the coat. 3. surface: suyun yüzü the surface of the water. 4. cloth which encloses the stuffing of a cushion or pillow, case; mattress ticking; cloth used to cover a chair or sofa, upholstery, upholstering. 5. sense of shame, shame: Sende hiç yüz yok mu? Have you no shame? Ne yüzle ondan böyle bir şey isteyebilirsin? How can you have the gall to ask her for such a thing? 6. side: ırmağın öte yüzünde on the other side of the river. problemin bu yüzü this aspect of the problem. 7. cutting edge, face (of a knife blade or other sharp tool). -ü açılmak for (a thing´s) beauty to become evident or apparent, begin to shine forth. -ünü ağartmak /ın/ to give (someone, oneself) just cause for pride, do something that (someone, one) can take pride in. -ü ak (someone) who has no cause to be ashamed, who has nothing to be ashamed of. -ü ak olsun! Bless him! (said to express gratitude). -ünün akıyla çıkmak /dan/ 1. to manage to finish (a job) with one´s honor unsullied. 2. to succeed in doing (a job) as it should be done. -ünden akmak /ın/ (for something) to be evident from the look on (someone´s) face; (for something) to be evident from the way (someone) looks, be written all over (someone). -ü asılmak for a sour look or frown to come over (someone´s) face. -üne atmak /ı/ to return, refuse, or reject (something) insultingly. -üne bağırmak /ın/ to shout at (someone) angrily and rudely. -üne bakılacak gibi/-üne bakılır not bad looking, of middling looks. -üne bakılmaz very ugly (person). -üne bakmamak /ın/ 1. not to pay attention to (someone). 2. not to speak to (someone) (because one is angry with him/her). -üne bakmaya kıyılmaz very beautiful. - bulmak to get presumptuous, insolent, or uppity (after having been treated kindly or indulged). - bulunca/verince astar ister. colloq. If you give him an inch he´ll take a mile. -ünü buruşturmak to get a sour look on one´s face. - çevirmek /dan/ to break off relations with, have nothing more to do with (someone). -e çıkmak 1. to come to the surface. 2. to get presumptuous, insolent, or uppity. -ünün derisi kalın thick-skinned and brazen, brazenfaced, shameless. -ünden düşen bin parça olmak to wear a very sour face. -ünü ekşitmek to get a sour look on one´s face. - geri etmek to turn back; to retreat; to retrace one´s steps. (...) -ü görmek to experience, have: İki yıldır rahat yüzü görmedim. I haven´t had a moment´s peace for two years now. O çocuk hayatında dert yüzü görmedi. That kid´s never had a worry in his life. - göstermek to happen, occur, take place. - göz (someone´s) whole or entire face. -ü gözü açılmak 1. to be informed about sex, learn about the birds and the bees, be clued in on what sex is all about. 2. to begin to understand what the world is really like. -ünü gözünü açmak /ın/ 1. to inform (someone) about sex, teach (someone) about the birds and the bees, clue (someone) in on what sex is all about. 2. to cause (someone) to begin to understand what the world is really like. -üne gözüne bulaştırmak /ı/ to make a complete mess of (something), ball (something) up completely. - göz olmak /la/ to get to be on overly familiar terms with (someone). -ünü güldürmek /ın/ to make (someone) happy; to please (someone). -ü gülmek to be happy; to be pleased. -üne gülmek /ın/ to smile at (someone) hypocritically, make an essentially false display of friendship towards (someone). - kalıbı plaster mask of a person´s face. -ü kalmamak/-e karşı/ not to have the nerve/gall to ask (someone) for something. -ünden kan damlamak to be very healthy and rosy-cheeked, be in the pink of health. -üne kan gelmek to recover one´s health and color. -ü kara (someone) who has something to b

    Saja Türkçe - İngilizce Sözlük > yüz

См. также в других словарях:

  • iki kat olmak — iki büklüm olmak Ali, birdenbire zayıflamak, birdenbire saçlarını ağarmış görmek, birdenbire belinde müthiş bir ağrı ile iki kat oluvermek, hemen yüz yaşına girmiş kadar ihtiyarlamak istiyordu. S. F. Abasıyanık …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • çatal görmek — net görememek, bir şeyi iki görmek …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • zam görmek — 1) fiyatı artmak Ekmek iki ayda üç defa zam gördü. 2) ücreti artmak …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • münasebet kurmak — iki şey arasında ilişki bulmak, yakınlık görmek …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • çatal — is. 1) İki veya daha çok kola ayrılan değnek 2) Yol, ağaç gibi kollara ayrılan şeylerin ayrılma yeri 3) Dallı olan şeylerin her kolu 4) Yemek yerken kullanılan iki, üç veya dört uzun dişli çoğunlukla metal araç Çatalı elinden düştü, ağzı açık… …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • çıkmak — den, ar 1) İçeriden dışarıya varmak, gitmek Ortalık ağarırken bir arkadaşımla yorgun adımlarla konaktan çıktık. F. R. Atay 2) nsz Elde edilmek, sağlanmak, istihsal edilmek Bu mülakatımızdan esaslı bir netice çıkmadı. Atatürk 3) nsz Bir meslek… …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • çift — sf., Far. cuft 1) Birbirini tamamlayan iki tekten oluşan (nesneler) 2) is. Bir erkek ve bir dişiden oluşan iki eş Kocası İtalyan, karısı Sırbistanlı olan bu çift ile araları pek iyi idi, ailece de görüşüyorlardı. R. H. Karay 3) is. Toprağı sürmek …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • acı — is. 1) Bazı maddelerin dilde bıraktığı yakıcı duyu, tatlı karşıtı Acıyı sever. 2) sf. Tadı bu nitelikte olan Acı kahvesini yudumluyordu. T. Buğra 3) Herhangi bir dış etken dolayısıyla duyulan rahatsızlık, ıstırap Omuzlarına kadar vücudun derisini …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • üst — is. 1) Bir şeyin yukarı, göğe doğru olan yanı, fevk, alt karşıtı Köyün üst tarafında, saman, taş ve yangın arasında, üstü sazlarla örtülmüş bir kulübenin önünde ateş yanıyor. H. E. Adıvar 2) Bir şeyin görülen yanı, yüzü Bu sefer taşın üstünden… …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • Turkish vocabulary — This article is a companion to Turkish grammar and contains some information that might be considered grammatical. The purpose of this article is mainly to show the use of some of the yapım ekleri structural suffixes of the Turkish language, as… …   Wikipedia

  • tutmak — i, ar 1) Elde bulundurmak, ele almak Kucağında kundaklı bir çocuk tutuyordu. Ö. Seyfettin 2) Ele geçirmek, yakalamak Evvela bu terbiyesiz köpeği tuttu, bağladı. Ö. Seyfettin 3) Avlamak Dalyan işletiyorum, tuttuğumuz balığı tekrar denize döküyoruz …   Çağatay Osmanlı Sözlük

Поделиться ссылкой на выделенное

Прямая ссылка:
Нажмите правой клавишей мыши и выберите «Копировать ссылку»